Hollandalı Hastalığı ve Türk Ekonomisine etkisi

Internette dolaşırken rastladığım bir terim “Hollandalı Hastalığı”. Sizin ilginizi çektiği gibi benim de ilgimi çekti. Biraz okuduktan sonra ekonomimizin de bunun eşiğinde olduğu hissiyatı oluştu bende. Bakalım siz nasıl yorumlayacaksınız.

Öncelikle Hollandalı Hastalığının ne olduğu ve nereden çıktığına bakalım sonrasında bizimle alakası nedir onu yorumlamaya çalışayım. Bu arada ben ekonomi ihtisası yapmadım, hasbel kader MBA yapmış, makro ve mikro ekonomiyi temel seviyede görmüş birisi olarak yorumlayacağım. Hata edersem şimdiden affola.

Kısaca Hollandalı Hastalığı veya Hollanda Sendromu ekonomi için yararlı bir gelişmenin bir süre sonra zararlı sonuçlar vermesidir. Ani zengileşme kaynağına kavuşan bir ekonomide mevcut üretim faktörlerinin diğer üretim alanlarından çekilip yeni kaynağa yönelmesi sonucunda toplam üretimin azalmasıdır.

1960’larda Hollanda’da da doğal gaz bulunması sonrasında ulusal para birimi olan Florin’in değeri aşırı derecede artması, bunu takiben ucuzlayan ithalatın artmasına karşın ihracatın azalması gözlemlenmiştir. İthalatın artmasıyla bağlantılı olarak üretimin azalması sürecinde, İngiliz The Economist dergisi 26 Kasım 1977 tarihli yayınında bu durumu “Hollanda Hastalığı” (Dutch Disease) olarak adlandırmıştır. Yani, doğal gazın keşfiyle başlayan zenginleşme süreci sanayisizleşmeyle (de-industrialization) son bulmuştur. Konseptinden de anlaşılacağı üzere Hollanda Hastalığı tıbbi değil, ekonomik bir hastalıktır.[http://politikaakademisi.org/hollanda-hastaligi-nedir/]

Ancak Hollanda sendromu sadece değerli maden, petrol doğalgaz gibi zenginleşme kaynaklarından değil, ticarete konu olan sektörlerin(tarım, imalat vb) ani ve hızlı bir biçimde büyümesi veya ticarete konu olmayan sektörlerdeki(sağlık, eğitim, parakende, inşaat vb) ani yükselişlere de bağlıdır.

Kısaca sendromun algoritması şu şekilde çalışır. İlgili ekonomide belli alandaki hızlı yükseliş kısa vadeli kaynak girişini hızlandırır. Bu genelde doviz şeklinde olur. Ülkeye dövizin kısa vadede enjekte edilmesi, ülke para biriminin aşırı değerlenmesine yol açar. O zamana kadar oturmuş, üretime veya tarıma dayalı ithalat ihracat dengesi ithalat lehine bozulur. İmalat, tarim ve sanayi’de kar marjı azalır, bunun üzerine buradaki iş gücü, sermaye veya kaynak yeni popüler sektöre doğru kayar. Böylece ülke de-industialization – sanayisizleşme denen olguya doğru sürüklenir.

Bu sendromu yaşamış ve yaşamakta olan ülkeler arasında İngiltere, Meksika, Nijerya gibi ticarette büyük zengileşme yaşayan ve petrol ihraç eden ülkeler gösterilmektedir.

Şimdi gelelim bu meselenin Türkiye ile ilişkisine. Yukarıda bahsedilen ülkeler bir şekilde ani büyümeyi yer altı zenginliklerine veya sömürgelerden gelen mal ve sıcak para girişine istinaden yaşamışlar. Dolayısı ile sanayisizleşme sonrasında da mevcut durumlarını bir şekilde idame ettirebilirler. Örneğin İngiltere, Arap devletleri vs.. Ancak ülkemizde durum farklı. Bildiğiniz üzere AKP iktidarı ile birlikte ülkeye sıcak para girişi oldu. Bu giriş devletin elindeki mal ve arazilerin satışı, kitlerin özelleştirilmesi, inşaat sektörünün devlet eliyle desteklenmesi şeklinde oldu.

Dikkat ederseniz, heryer inşaat, duble yol, tüneller vs. Bununla gurur duyacağız elbette ama ülkenin büyümesini salt bununla yapmak kısa vadede mümkün ama ya uzun vadede? Artık kendi kendimize yeten bir ülke değiliz, tarım bitme noktasında. Çiftçilik para kazandırmadığı için köyden kente göçün en büyük sebebi. Bu göçenler büyük oranda inşaat sektöründe çalışıyorlar. Özelleştirme ile gelen sıcak paranın da sonuna geliyoruz. Üretim, imalat sektörü hiç bir zaman istediğimiz seviyede değildi ama günümüzde daha zorlaşmış durumda. Benim görüşüm bu sendroma yakalandığımız yönünde. Maalesef bizim mevcut zengiliğimizi idame ettirecek bir yeraltı zenginliğimiz veya ticari gücümüz yok.

Bakalım gelecek bize neler getirecek?

Leave a comment