Bu yazım, “İnanmak” ve “İnanç” kavramları üzerine olacak. Bizde bu kelimeler daha çok din temelli konuları hatırlatır ve biraz tehlikeli alanlardır. Ancak bu kelimenin ingilizce karşılığı olan “beleive” , “trust”, “rely” gibi kelimeler belirsizliği, kesin olamayan durum ve kavramlar için kullanır. Doğrusu da budur.
Aslında birisine, bir şeye inanıyorsak veya bir konuda belli bir inancımız var ise belli varsayımlarda bulunarak bu sonuca varmışız demektir. Bunlar kişiden kişiye ve konudan konuya farklılık gösterebilir. Bilimsel olarak kanıtlanmış, gerçekliği inkar edilemez olaylar için “inanmak” kelimesini kullanmayız. Ortaçağ sonlarında Galileo “Dünya yuvarlaktır” iddiasında bulunmuştu. O zamanda yaşayan birisi bu iddianın doğru olduğuna “inanır” veya “inanmaz”. Bu, kişinin idda edilen şeye kendi mantık çerçevesinde ne kadar ikna olduğu ile ilgilidir. Ama günümüzde “Dünyanın yuvarlak olduğuna inanmıyorum” diyemezsiniz. Çünkü her türlü bilimsel ve görsel kanıt ile bu defalarca ispatlanmıştır. Bugün “uzaylılar vardır” da diyemezsiniz, derseniz kanıt göstermeniz gerekir. Ancak “uzaylıların var olduğuna inanıyorum” diyebilirsiniz. Belki ilerde bir uzaylı ile gerçek bir temasa geçersek o zaman bu inanmaktan çıkar ve gerçek bir olgu olur.
Bu kadar dil bilgisinden sonra gelelim ana konuya.
Gözlemlediğim kadarı ile teknoloji ve bilgiye ulaşma kolaylaştıkça insanoğlunun tembelliği artıyor. Bu durum yukarıda bahsettiğim bir şeye veya olguya olan inanma için de geçerli. Çoğunluk, artık okuduğu bir şeyi, ya da kendisine dayatılan bir şeyi biraz kolaycılığa kaçarak doğru varsayıyor. Bunu günümüzdeki sokak röportajlarına katılanların verdiği cevaplardan ve kurdukları cümlelerden anlayabilirsiniz.
İnanma ile ilgili gözlemlediğim diğer ilginç bir durum ise şu; İnanılan şey, insanların hayatlarında ne kadar yer kaplıyorsa onu sorgulamak ve ondan vazgeçmek o kadar zor oluyor. Çünkü onun yerine konabilecek büyüklükte bir şeyi bulmak çoğu zaman pek mümkün olmuyor. Dolayısı ile insan hayatında bu büyük boşluktan endişe ve korku duyuyor. Bu durum aynı fizikteki eylemsizlik kuralı gibi insanoğlunda dirence sebep oluyor. Kişi inatla, karşılaşılan gerçeğin yanlış olduğuna, inandığı şeyin doğru olduğuna kendini ve başkalarını ikna etmekle uğraşıyor. Gerçeği kabullenme süreci kişinin açıklığına ve esnekliğine bağlı olarak değişiyor.
Örnek vermek gerekirse; Medya önünde yer alan ve oldukça popüler bir doktorun aslında gerçekte doktor olmadığını ve sahte diploma ile bu işi yaptığı haberine vereceğiniz tepki ile, yıllarca emek verip doktor yaptığınızı sandığınız çocuğunuzun yıllar sonra aslında tıp fakültesinden mezun olmadığını ve sahte diploma ile iş yaptığını öğrendiğiniz durumda vereceğiniz tepki “her iki durum da objektif olarak aynı olsa bile” değişik olacaktır. İlkinde biraz şaşıracaksınız, çok değil 10-15 dk sonra bu şaşkınlığınız geçecek ve yeni gerçekle hayatınıza devam edeceksiniz. Ama ikincisinde öyle olmayacak. Uzun süre kabullenmeyeceksiniz, “benim çocuğum öyle şey yapmaz” diyeceksiniz. Sizin için gerçek hala inandığınız şey olacak bir süre, aynı Matrix filmindeki Neo’nun kırımızı hap sonrasında gördükleri karşısında verdiği tepki gibi.
İnsan olmanın bir doğası bu, çok da şaşırmamak gerek. Siyasetçiler, din adamları ve bir çok toplum mühendisi bu olguyu tarihte sıklıkla kullanmıştır. Sistematik olarak uygulanan aslında inanılan şeyin insanların hayatlarında çok önemli bir yeri olduğuna, onsuz hayatlarını sürdüremeyeceklerini ya da çok şey kaybedecekleri mesajını vermektir. Bu durum belki sosyal bir deney olarak yapılmıştır.Biraz araştırdım ama bulamadım.
Özetle, düşünen ve sorgulayan insanlar olarak bizlere düşen görev; Bir şeye körü körüne inananmak, sorgulamaktan kormamak ve bunun sonucunda ortaya çıkacak gerçeklerle de baş edebilme iradesine sahip olmaktan geçiyor.